DOLUNAY AKER HAKKINDA


22 Mayıs 2020 Cuma

Hakikatin Polemiği-Dolunay Aker



Günbegün siyasetten ve siyasetin olanaklarıyla oluşturulan kültürden uzaklaşırken Orhan Koçak’ın Polemikler’i geldi. Zor sorular var Polemikler’de. Kültürün inşası hangi koşullar da olur? Kültür inşa edilirken kurulan yapı alt katmanlar da bir yıkımı getiriyor mu? Görenin yıkımı diye adlandırabiliriz bu yıkım metaforunu. İnsanın hızıyla anlaşamayan, o inşanın oyuklarını ‘gören’ ve gördüğü şeyi söylemekten geri durmayan ‘incinmişler’. 

Kültür dinamiğinin nüansları bir vaka gibi duruyor karşımızda. İnşa, öncelikle orada varolmakla başlar. Sanatçı, entelektüel, devrimci, sosyalist vb olarak varolmak. Yüzyılın öncü akımlarına baktığımızda sanatın kağıtla sınırlı kalmadığı, kağıdı gövdeyle birleştirdiği ortada. Polemikler’in proletkült içerikli yazıları Türkiye’de sanatçının kendisinin bile konuşmaktan uzak durduğu yere temas ediyor, olmasını istediğimiz uzak boşluğa. Nedir bu boşluk? Sanatçının sanatın sınırlarını siyasal aktivist güçle donatması, kültürde yön veren güç olmak, sosyalist bir inşada kültürün zihinsel örgüsünü sanatçının varlığıyla bitiştirmek. Koçak, bu boşluğun tasviyesini sorguluyor, resmi tarihin canı istediğinde güzel olan arşivi, gerçekten güzel mi yoksa anlaşanlar incinmişleri unuttular mı?   

Biraz bu dönemeçten ilerleyip sonra Türkiye’de olmayan, tartışılmayan, gündem dahi yaratmayan proletkült fikrine döneceğim. Polemikler bu anlamda başlığıyla hafızaya uyarıcı not bırakıyor; unuttuk polemiği, tartışmayı. 

Kutsalın çevrimi: kültür, ideoloji, parti, bilim. Varlığından şüphe duymadan bir alan, bir cephe, bir ifade, bir yargı belirtmeden “tarafları” anlamak, anlayıp yoruma (yorumda kalmadan) katılımı sağlamak olanaksız bugün ve geçen yüzyılda. Geçen yüzyılın olaylarını, taraflarını, polemiklerini tekrarla boğmaya gerek yok. Koçak,  Yüzyıla Doğru derken, önceyi konuşuyor, “bakın bu görüldü, görülmeliydi, neden üzerinden atladık” diye soruyor, sorsun, soralım. 



“İyi geçinmek” var zeminin sonunda. Tanıdık geliyor değil mi? İyi geçinen sanatçılar hangi kültürü koşulsuz şartsız seviyorlardı? Kahince değil yaşantısıyla yıkıma uğrayan Daniil Harms’i konuşmaya hakkımız yok mu? Onun da mı üzerinden atlayalım? Bugün çok şey yazacağız, bugün çok şey yazmalıyız. 

Sorunun muhattabıda aldırışsız bu konuda, Hüseyin Kıran Polemikler’e bunu da ekliyor: “Bugün artık soru şudur: Polemik, tarih sahnesinde bulunma imkânlarını yitirmiş midir; ki yitirmiş olsa gerektir. Bunun için gerekli “taraflar” epeydir tasfiye olmuşa benzer. Artık varsa bile böyle taraflar, kimseyle açıktan bir mücadele yürütmeyi bir yöntem olarak bellemez. Aslında, verili “ruhsal iklim” ve onun ürettiği içsellikler için polemikten ziyade kaypak bir diyalog mümkündür artık.”1

Siyasi, kültürel ve entelektüel faaliyet eksikliği görüş bildirmenin ötesinde gizli okumayla yaşıyor bu sancısını. Kızgınlıkla, küçümsemekle, etkisiz tavırla. Koçak, buna da değiniyor; gören olursa düşünme pratiğimizde değişir: “En sevdiğiniz yazarın, en sevdiğiniz “düşünce insanının” yıl 365, ay 30 ve hafta 7 hep aynı şeyi tekrarlamasını ve bunu da etrafa hiç bakmadan yapıyor olmasını mı tercih edersiniz siz, yoksa düşüncesini (artık neyse) karşı tarafın açık ya da örtük eleştirisinin içinden geçirip karşınıza yeni ve mümkünse güçlendirilmiş olarak, havalandırılmış, tazelenmiş olarak çıkarmasını mı istersiniz?”2

Koçak’ın polemiklerini okurken Thomas Bernhard geliyor aklıma, özellikle Odun Kesmek. Avusturya sanat çevresinin, burjuvazinin indirilip kaldırıldığı bu kitap da tökezlemeyen bir şeyler vardır. Hakikat tökezlemez. Hakikatin tökezlememesi için kitap baştan sona bir saldırı halinde hasmını gözünün önünden ayırmaz. Hasmın şunu bunu diyerek kolaya kaçmaz Bernhard. Beğenisi ya da ölçütü hakikatin kendisidir. Solun nedense tahammül edemediği bir tavırdır bu. Hasmın ortaklaşması düşmanın açıklayacaklarından iyidir. Gövdede bırakılan açık, doldurulmadan, hazmedilmeden, yayılmadan giderilmelidir. Yüzyılda dolaşan hayalet gibi. Hayaletin dolaşacağı yer gözümüzün önü. Belki de Derrida Marx’ın Hayaletleri’ni bunun için yazdı.

Proletkült bir denektaşıydı. Avangard sanatçıların, radikallerin, uzlaşmazların önünde sonunda karşılaşacağı açmaz. Burada, sınır akıldır. İşleyen ve düzeni talep eden akıl. Geçici süreliğine rol oynatılan yeri geldiğinde kısılan akıl. Orada aklın entelektüel bir aşırılıkla teması yorgunluğu yanına çağırır. Biçim, içerik tartışmalarına girmeyeceğim. Yüzyılın damarında estetik, kültürel, siyasal bir doruk yaşandı. Soru şurayla düğümlenmeli: bu doluluğun gölgesinde bizler ne yapıyorduk? Egemen güç, kısıtlamayı hep sürdürdü, sürdürüyor. Gören, işeten, yazan olacak mı orada hakikatle polemiği yürüterek. 

Breton’un Kültürü Savunmak için Yazarlar Kongresi’nde yaptığı konuşmayı hatırlayalım. Şöyle diyordu: “Dünyayı değiştirmek” dedi Marx; “yaşamı değiştirmek” dedi Rimbaud: Bu iki slogan bizim için tektir.”3 dedi, demeliydik, dedik mi? Sansürün kucağına bir tohum ekmekten başka yapılan nedir Türkiye’de? Sanatçının hakikati, biraz da tacizdir. Sınırın ötesine taciz. Sınırı öteleyerek kendisine alan açan taciz. Resimlerin renklerini çiziksiz bırakmamak. Resimde sınırı zorlayan bir ton arayışı. Sanat bu sınırla konuştu yüzyılda, konuşuyor. Sonrası...

Sonrasında “zamanlarının çocukları” kendi sansürünü bekliyor. 

Hakikate polemiksiz girilmez. 

Dolunay Aker 


2- Polemikler, Orhan Koçak, Metis Yayınları, 2019

3-Şiir, Büyülü Çığlık, Hazırlayan: Aytekin Karaçoban, Şiirden yayınları, 2017


Caz Kedisi, sayı 20, 2020

12 Nisan 2020 Pazar

Uyuyan Adam: Modern Tembellik Üzerine Birkaç Söz



1.

Dip

Boş bir oda… Aslında boş değil, sadece belleğin garip bir yansıması ve bu yansıma da kendisini bulmaya çalışan, gaip bir yazar. Paris’in 1900’lerden bu yana değişmeyen sıkıntılı bohem havası, ama bu sefer 1960’lardayız. Tam olarak gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu çözemediğimiz muğlak bir girişle başlıyor Georges Perec,  Uyuyan Adam maratonuna. Sanki geçmişinin, ruhunun, kimliğinin ona yapıştırılan “Yahudi” takıntısının öcünü, yazdığı deneysel metinlerle almaya çalışıyor. Uyuyan Adam da bu deneysel metinlerden sadece biri. Deneysellik, deneyin içinde olmak, ne kadar yarım bırakılmış bir sentez olsa da günümüzde, Georges Perec dildeki deneysel ısrarını yazın yaşamının hiçbir döneminde azaltmamış. Uyuyan Adam’ın bir rüya ayini ile başlaması bu yüzden. Geçmişle, nostaljik olanla kurulmaya çalışılan bir lehim, daha yüz on ikinci sayfasında sıkılarak bırakılan Raymond Aron’un Sanayi Toplumu Üzerine Dersler kitabı.
Evet, biliyorum bunların tembellikle ne alakası var diyeceksiniz, oysa varoluş sorunu da tembelliğin gizli kaynaklarındandır. Literatürdeki tanımın dışına çıkmadığımız için aylaklığı hafife alıyoruz. Çünkü Uyuyan Adam tam olarak “tembel” bir karakter değil. Sistemin dışına çıkmış, toplumun yadırgadığı o sefil kişilikler var ya hani, işte Uyuyan adam o eşsiz boyutun,  o bilinmezliğin saflarını sıklaştırdığı yerden sesleniyor bizlere.

“Yalnızlığın büyülü çemberini kırmayacaksın. Yalnızsın ve kimseyi tanımıyorsun; kimseyi tanımıyorsun ve yalnızsın. Ötekilerin birbirlerine sokulduklarını, birbirlerini koruduklarını, birbirlerine sarıldıklarını görüyorsun. Oysa sen, ölü bakışlı, saydam bir hayaletten, külrengi bir cüzzamlıdan, çoktan toza dönmüş bir siluetten, kimsenin yaklaşmadığı tutulmuş bir yerden başka bir şey değilsin.”

2.

Tercihler… Teslimiyetler…

İkinci bir tercih ya da ona sunulan bir aidiyet olarak değil, direk, lafı dolandırmadan, o zaman ki anın uyumuna karışarak yaşayıp daha doğrusu üzerindeki kimlik ve aidiyet psikolojisini atmak için zamanı yok sayan bir karakterle karşı karşıya uzun bir diyalog içindeyiz. Fakat bu diyaloğun tek bir konuşanı, tek bir soru soranı ve tek bir cevap vereni bulunmakta. Çağın ikiye böldüğü, kutuplaştırdığı, bir seçim yapmak zorunda bıraktığı insanların sanırım ortak yazgıları onlara giydirilen bu deli gömleğidir: Tembellik. İdeolojiden ne kadar uzaklaşmaya, bazı durumlar dahilinde, tek bir diyaloğa kendimizi kaptırmaya çalışsak da, bazen “geçmiş” takıntısı (buna siz de kendi takıntınızı ekleyebilirsiniz) ucu bucağı olmayan bir “hiç” yumağına bizi götürür. Bu yumağın daha önce yaşanmış ve yaşanacak olandan kopuk hareket etmesi muhtemel bir sonuç gibi gözükse de, günümüzde kapitalizmin gömleğini giydiremediği tek figüran aylaklardır. Georges Perec’in Uyuyan Adam’ı odasında, bir başına kimseye hesap vermeden yaşamayı seçerek, bir tercih yapmıştır. Ona yöneltilen sorulara, ona gönderilen mektuplara, kapı çalmalara, sevişmelere tepkisizdir. Bu tepki çağın boşluğuna aldırış etmeden kendi odasında kendine özgü bir dünya kurmaya çalışan “uyuyan” bir adamın tepkisidir. Gerçekten yalnız olan bir adamın tepkisi… Uyuyan Adam, kendi şahsına münhasır bir kişiliğe sahip; yazarımızın verdiği ayrıntılardan sosyoloji okuyan bir öğrenci olduğunu anlıyoruz. Ancak bölümünden memnun gibi gözükmüyor çünkü bazı mitosların beyninde karşılaştırılmasından bıkmış durumda.
Tembellik dışında giydirilen bir başka gömlek de ‘entelektüel’ olma sorumluluğunun ağırlığı. Bilgi, birikim, kültür tabi ki insanı geliştiren önemli edimler. Uyuyan Adam’ın sorunu ise bir nevi soruya dönüşüyor: bu saydığımız edimler insana yakışıyor mu? Birçok kez Uyuyan Adam’ın sorunlarına ben de kendimi kaptırıyor, bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorum. Ne var ki sonuç, sonuçsuzluk. İşte modern insan, modern yapılar, modern teknoloji ele avuca sığmayan bir toplam olarak: yaşadığı dönemin yazgısına boyun eğen bireylerin rüyalarını iğdiş edip kendi skolastik dünyasını inşa ediyor. Tercihler teslimiyetlere ekarte oluyor bir süre sonra. Düzenin yapılandırdığı bir varlık olup çıkıyoruz ortaya. Georges Orwell’in 1984 adlı romanında mekanik dünyaya tepki göstermesinin nedenlerinden biride budur. “Modern iş bölümünün sunduğu” yoğun iş gücü birleşimi… Orwell’in ütopyasında çalışan insanlar güya modern bir dünyanın bağımsız ferdi, fakat bütüne baktığımızda izinsiz sevişmek bile yasak. Uyuyan Adam Orwell’in dünyasından çok uzak değil. Dünyanın bu mekanik oluşumuna karşı uyuyan, tepki göstermeyen, aylaklık yapan bir adam; hiçbir düzenin sevmeyeceği bir insan tipi.

3.

Modern Tembel

Modern insanı ilkelliğe dönmek için tetikleyen birçok unsur mevcut; modern insan bu kargaşaya rağmen bir düzen yaratabiliyorsa tamamlıyor öz bilincini. Ciddi bir bilinç oluşturmakla başlıyor gerçek işine. Naylondan bir modernliğin ya da sözlük açıklamalarıyla kendini sınırlandıran bir dünyanın size sunduğu yapay güzellik, sizin bulduğunuz gerçeklikten daha sıkıcıdır. Aslında buradaki eleştirim modernliğin yanlış uygulanmasıyla alakalı bir durum… Bu tanımlamadan faydalanan kapitalizm kendi modern insanını yaratmaya çalışıyor, zaten bu yüzden dışta kalıyor aylaklar düzen içinde. Uyuyan Adam, modern bir kişilik, asi bir öğrenci, iflah olmaz bir aylak. O kargaşanın koridorlarında koşmayı başarabilmiş. Yalnız bunu kendisine açıklamaktan korkuyor. En çok bundan korkuyor hatta. Perec, çok küçük yaşlarda anne ve babasını kaybetmiş, ağır bir travma yaşamış , yazarlık yaşamının en derinlerine işlemiş bu büyük ayrıntı onun dünyasında. Uyuyan Adam’ın ara metinlerinde bu önemli ayrıntıları gözlemleyebiliyoruz. Uyuyan Adam, yaşadığı bu ağır kayıp sürecinden sonra hiç uyumamış sanki şöyle demiş bizlere karşı: uyku ve uyanıklık arasında bir fark yok dünya hâlâ gereksiz!

Dolunay Aker, Roman Kahramanları,  sayı 26, 2016 
  


Roland Barthes'ın Dostluğu Hepimizin Dostluğu

Yeryüzüne iki kök olarak düşmüş bu iki ismin (Barthes ve Sollers’in) etrafında bazı konuları konuşmak aydınlatıcı olacaktır. Mektup ve iki ‘...