Kendi özünden ve kaynaklarından, kendi vadilerinden, ırmaklarından akan bir şiir Mehmet Taner’in ki… Tarihsel duraklarını bırakmadan şiirin ininde geçirilen dağa, taşa övgüyle yazılan bir şiir. Bir forma dönüşmeden şiirin iç hatlarıyla söyleşip, arklardan geçerek biriken, biriktikçe debisini daha da güçlendiren, okuyucunun zihnine ve kalbine huzursuzluk yayan, bir o kadar da ondan yana, onunla bir olduğunu belli eden bir sanrı toplamını yazıyor Mehmet Taner.
Bu sanrı toplamının ilk merhalesi Sunak, dönemin yazılan şiirlerinden farklı bir yerde duruyor. Toplumsal olayları göz ardı etmeyen, bunun yanı sıra bireyin iç sıkıntısını varoluşsal bir endişeye dönüştüren, okuyanı da bu sorunsala davet eden Taner, dokunulmazlığını insan üzerinden örüyor. İnsan olmanın gücüyle ayağa kalkan fakat insandan gördüğü ihaneti de unutmayan bir bellek. Mehmet Taner’in şiiri insanın insan olmayı bıraktığı anlardan besleniyor. Bir orman sessizliği içinde yürürken hissettiğimiz serinlik ve ürpertinin sertliğini arttırarak insanı, insan olma halleriyle sorgulayan Taner, çözümü yine insanda buluyor ancak çözüm bugünün şartlarına ait değil. Bugünün insanından, bugünün koşullarından uzakta bir yerlerde, “bir tekinsiz barınak” olmanın erincini yaşayarak soluk alıyor.
Geçmiş günlere, geçmiş ve güzel olan günlere duyulan özlem, insanın hakikat cephesinden uzaklaşmadığı günlere duyulan özlem. Taner’in hem huzura vardığı, hem de ansızın o huzurdan kopup acıya döndüğü yer burası. “Acının ve mutluluğun/Uyumuyum ben”
Sunak ile başlayan bu iç sanrı şairin ikinci kitabı Bir Denizin Çekildiği Bütün Kıyılar’da çizgilerini daha da netleştiriyor. Taner, ilk kitabında “başaramamaktan” bahsederken, ikinci kitabıyla “başardıklarına” vurgu yapıyor. Fakat burada bir ek açıklama yapmak zorundayım. Başaran ya da başaramayan belli bir iktidar çevresi değil. Öznenin kendi yolunu kaybedişinden, kendi yolunda sendelemesinden ve artık dönecek yolunun kalmayışından dem vuruyor Taner. “biz ki hiç anlamadık kamışı suda,/karanlıktan konuşacağız”
Bu durumda kaybeden bireyin iç dünyasıdır. Bireyin hayalleri, inançları, eylemleri, tavrı… Bir ara kesitten sesleniyor Mehmet Taner, uzağa gidemeyenin yakına varamayanın ara kesitinden. Bazen sadece içerde kalan o yalın söz kıvrandırıyor bir yere gidememe düşüncesini. Bir yerden başka bir yere varamayan özne, aynı yerde kalmanın yıkımına varıyor. Taner’de gelişen bu yıkım düşüncesi, insandan gelen, insana karşı oluşturulan bir yıkım düşüncesidir. İnsanı ötelemeyen ancak mesafesinden de vazgeçmeyen bir yıkım.
Bir şairi yıkımın eşiğine getiren nedir? Bu sorunun ağırlığı, Taner’in şiirlerinin de ağırlığıdır. Söylenmiş sözü parçalayarak yeniden söyleme isteği, içte birikenin yarattığı sonsuz uçurum ve bu uçurumda suskunluk testinden geçen yol. Elbette bu yola varmadan önce yaşanan deneyimler daha sonra yaşanacak olanları da belirleyen bir yerde duruyor. Yaşamın şaire kattıkları ve ondan eksilttikleri, görülen ve görülmeyen, ancak her durakta hissedilen anılar, okura şu soruyu da yöneltiyor bir bakıma: benimle, benim acılarımı yaşamaya, hayatı birlikte hissetmeye hazır mısın?
Şairin, okurun zihnine kazıdığı bu soru, Taner’in şiirlerinin niyetine götürüyor bizi. Bu durumu Birhan Keskin, belli bir “hal” durumundan geçmek olarak nitelendiriyor. Buradan, şu noktaya varabiliriz, Mehmet Taner şiiri yaşamın dimağından soyutlanarak okunamaz. Onun şiirlerinin belki de bu kadar kapalı görünmesinin nedeni, yaşamı, sezgiyi, hissederek bir yerlere varmayı önümüze koymuş olmasıdır. Şairin sezgisi kendi yolunu da sürükleyen bir iteleyici güç konumunda… Şair yola çıkarken, karşılaşacağı şeyleri tahmin ediyordu, duyumsuyordu ya da uzun süreli bir birikimin yansıması, kendisine şiiri özümsemek, şiirde kalarak “kendini yazmak” fikrini taşıyordu.
Bu yazmak uğraşının yanında elinden alınanları geri alma eylemi de Mehmet Taner şiirinin odak noktası.
Yaşamdan vazgeçer, çünkü yaşamı yeniden bulmak istiyordur. Donuk ve sisli bir yaşam silsilesinden kurtulmak için ona müdahale etmek hatta onu yeni bir yolla yorumlamak neredeyse bütün kitaplarının ana teması Mehmet Taner’in. Bunun yanı sıra yaşamın karşısına konulan yitim duygusu içten içe kıpırdayan bir arayışın ürünüdür. Olamama durumu, var olma eğilimine dönüşür.
Bir yandan “Beni hayata/Geri verdiğin sırada,/Orada olamam” derken bir yandan da onu orada bırakanlara karşı sistemli bir sesle “Kuru ayaza bıraktın beni” diye seslenir.
Bir veda düşüncesi gibi gözükse de aslında kalmanın mücadelesi vardır daha çok. Yapayalnız ve kimsesiz olsa da kendisiyle kendisi olarak kalmak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder