Mitleri seviyoruz. Kendimizi emniyete almayı ve uçuşun rahatlığı daha binmeden kafamızı kurcalıyor. Yazılmayandan korkmak, yazılanı hiçbir yenilik gözetmeden okumak ya da yazılanda kalıp ötesini görmemek, adına ne derseniz deyin Türkiye şiiri vitrinde okunamaz. Okurun bu konuda pek bir karışıklık gözettiğini sanmıyorum. O Babil kulesinden çok uzakta. Dili yaşamından algılıyor, onun da klişeleri var elbette, ama bu klişeler yeniden üretim değil, simülasyon hiç değil. Reel kaygıların yıpratıcı çizgileri yaşamını istese de istemese de oraya çekiyor ve ben bu klişeyi anlayabiliyorum hatta sahipleniyorum. John Ashbery’nin şu tanımı tam da buna mukabil: “Yıllardan beri kullanılmaktan iyice aşınmış klişe sözler bana çekici geliyor, insanlar kendileri için önemli bir şey söylemek istediklerinde ama sonuç olarak ağızlarından banal sözler döküldüğünde, bu konuşma birçok insana hayatının önemli anlarında hizmet etmiş olduğu için benim için neredeyse kutsal bir durum oluşturuyor.”
Olağanı şiirin kalbine bir bomba gibi koymak şairin elinde. Şeridin diğer tarafına geçip aslında ölmeyeceğini anlasa gayet de başarılı bir anlatımla parantezi kapatacak. Belki de burada sorulması gereken soru normalliğin nerede olduğuyla alakalı. Sanatın sergilenmesi, sanatçının satıcı konumuna düşmesi, okurun müşteri profiline bürünmesi sektörün çıkarlarını arttırıyor. Bir an da imgelerinin, estetik düzeyinin, sanatçı dokunulmazlığının elinden alınmasını kimse istemez. Düzenin, düzenli ilişkilerin üreticisi olmak günceli tık nefes yaşatıyor, şimdiyi kovalarken şimdide ölmemek üzerine çalışırken başarılı görüntüler sunmak pek tabi kolay iş değil ne ki kabuğun çatlayacağına emin olabilirsiniz. Çürümenin kökten başladığını ben annemden öğrendim ve o Türkiye şiirini şiire dair hiçbir bilgisi olmasa da şairlerden daha iyi anlıyor.
Turizm de alışveriş önemlidir. Ne sattığın değil ne kadar aldığın önemli. Tüketimin nihai hedefi alıcıyı düşünmeden seçmeye yöneltmek. Sen burada doğdun o vakit artık damarlarında bizim alışkanlıklarımız dolaşabilir. Sorgulama, öncesini iyi gözet, bizden çok da farklılaşma, tam bizim gibi de görünme fakat seni okuyan bizden olduğunu anlasın. Formül basit, Türkiye şiirinin alışkanlıklarını bırakmadığın sürece bütünün görüntüsüne aitsindir. Orada görünsen de görünmesen de. Geçici olduğunu düşündükleri o naif görüntü memleketi bir süreliğine gezecektir. Anlatacakları onu kurtarsın yeter.
Coğrafyanın da payını unutmamak gerek. Müzmin hayatımızı sıkıntıya sokmanın anlamı yok. Şiirin politik bir şey olduğunu sakın ha kimseye söyleme.
Kokuşmuş, pratikte geçerliliği olmayan, pratiği görmeyen, görse de anlamayan, deneyimden uzak, şiiri şiir de bırakan bu anlayışın sevdiği bir başka özellikte rehberlik hizmetidir. Estetiği şiire iyi niyet pazarı olarak sunan bu kafanın içene yıkıcı fikirler yerleştirmek bugün bence en önemli estetik tavırdır. Devrimci sanatın nüveleri de buradan doğmuştur. Moderni polisin emanetin de olmakla suçlayan Aragon’u unutmayalım. “Mutlaka Modern olunmalı” diyen Rimbaud’yu da.
Bugün, buradayız ve görmüyoruz. Bugün edebiyatçılar okunmamaktan yakınıp kitap fuarlarında kalabalık görünmek için fotoğraf çektiriyor. Bugün şiirler yazılıyor metnin dediğiyle şairin anlatmak istediği arasında uçurum mevcut. Bugün şairin sokakta olduğunu kim söyleyebilir? Okurunu haysiyetsiz bırakıp onunla doğru iletişim kurmak yerine ona belli bir mesafeyle yaklaşan şairin Türkiye’de şiire değer verilmemesini açıklaması çok ironik bir durum değil midir?
Öyledir. Ve sakin karşılanmamalıdır. Dışarıda olup bitenle dışarıda ilgilenen evine gidince bütün bunları unutan bir edebiyatın gerçeklikle teması ben de sadece fırsatçılığı çağrıştırıyor.
Güzel ve mutlu zamanlar geçirme fırsatçılığı. Hayır Türkiye şiirin de eleştiri eksik mi demeyeceğim, öfke, vurdumduymazlık, ben bilirimcilik, estetik alınlık, ‘sanat sevicileri’nin müzelik gönderilerine bir cevap eksik. Türkiye şiirinin huzursuz karşılaşmalara ihtiyacı var, naif muhabbetlerin uzağında birbirini yıkıp yeniden yaratan paylaşımlara. Latin Amerikalılar cenazelerde ağlamazlarmış küçük bebeğin kalbi üşümesin diye. “İyi komşuluk” vakti geçti artık. İyi ki.
Natama, sayı 21, 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder